4 Nisan 2015 Cumartesi

Yeyüzü Tanrıçaları- Çetin Altan

Hadi biraz kadınlardan bahsedelim kitabı değildir. Baya dolu dolu anlatmış bunu da yıllara yaymış Çetin Altan. Hem siyaset, hem ülke açısından, hem de insanlık tarihi açısından kadınlara verilmesi gereken değeri anlatmış. Aynı zamanda kadınların neden güçlenmesinin istenmediğini. Tecavüzün nedenlerine değinmiş, şiddete değinmiş, çalışmasına değinmiş, tarihe değinmiş kısacası çok farklı konulardan aynı noktaya gelebilmiş. Genel olarak nedenler ve toplumsal olarak ne gibi sonuçlar doğurduğu üzerinde daha çok durulmuştur.


Kitaptan bazı bölümler: 
Acaba anneler çocuklarını bilerek, bilmeyerek mutlu olmaya mı yönlendiriyor, yoksa başarılı olmaya doğru mu?

Başarının tek ölçüsü de para değil, yalan söylemeye ihtiyaç duymayacak bir düzene erişmektir. Çünkü para, kişiyi yalan söylemekten kurtaramamışsa, ona en temel bir rahatlığı, yani özgürlüğü sağlayamamış demektir. Böyle temel bir özgürlükten yoksunluk ve yalana mahkum kalma başarı sayılabilir mi?

Siyaset dönme dolabın salıncakları, içindekileri bir süre yükselttikten sonra, yavaş yavaş indirmeye başlar... Hayır, ben hep tepede kalacağım diye tutturmanın anlamı var mıdır? 

Fakirlikte mirasçılık güdüsel gibidir. Servet çoğalmasının tek mekanizmasıdır miras. Böyle bir evrede aile kutsallığı aşınır da, cinsellik anlayışı yeni değerlendirmelere yönelirse, miras mekanizması da felce uğrar. Devletin verdiği güvencelerin, mirasın verdiği güvencelerin üstüne çıkmasıyla bu denklem bozulur ve cinsellik alanındaki baskılar azalmaya başlar. Tabi eskiden kalma koşullanmanın yumuşaması için, epey de zamana gerek vardır.

Bebekler doğunca bir süre kime benzedikleri aranıp tartışılacak. Sonra taze annelerden birçoğu, bebeklerini her anneden daha iyi yetiştime titizliğine kaptıracaklar kendilerini. En küçük bir öksürükte, bir kulak ağrısı ağlamasında, bir gaz sancısında ve bir ateş çıkmasında kuruntulara düşecek, telefonlara saldıracak, aynı telaşı göstermeyen ev büyükleriyle çatışmalara girişecekler. vs.vs.Yüzbinlerce yıldan beri milyarlarca bebeğin aynı şeyi yapmakta olduğunu hangi anne aklından geçirebilir ki?

Herhalde doğa da bunu bildiği için her dünyaya ilk gelenin kendisi olduğu inancını aşılıyor usulca. Söz aramızda dalga geçmenin bundan daha katmerlisi de doğrusu zor bulunur.

Ne var ki, tüm memeli canlılarda ortak olan üç gövdesel gereksinime, gerçek bir güvene kavuşmadıkça, beyinsel şehvetin radarları çalışmıyordu. O üç gövdesel gereksinme şuydu:
1- Uyku 
2- Karnını doyurma
3- Sevişme
Ayrıca 5 yaşına kadar beyinsel şehvet rüzgarlarının hiç esmediği bir ortamda yaşanmışsa, evdeki ilk koşullanmalarla biçimlenmeleri değiştirmek de o oranda zorlaşıyordu.

Yakınıp başkalarını suçlamayı annelerinden almışlardır, övünüp havalar atmayı da karşılıklı nisbet verme geleneğinden. (sevimli kenar mahalle kızları)

François Sagan:
- Erkeklerin kadınları akılsız bulmaları kadar saçma bir şey yoktur. Siz hangi kadının bir erkeğin bacaklarına takılarak peşinden gittiğini gördünüz?

Bir kızın hayatında mesele yuva kurması mıdır, yoksa mesut olması mıdır? Yuva kurmak saadetin temeli gibi geliyor bize ama, çeşitli sebeplerden mesut olmak için değil, evlenmek için evlenmek ağır bastığından, sonuç pek öyle olmuyor.

Öyleyse her okumuş kız, önce saadeti hayatın kendisinde aramalı ve hayatın kendisine mesut olacağına inandığı bir birleşme getirirse, o zaman evlenmelidir. Evlenmek için evlenmemeli, bütün bir ömrü körleştirip ziyan etmemelidir.

Hayat ne yüksük kadar bir aile çevresi, ne yüksük kadar bir çalışan çevresidir. İyi yetişmiş bir kız, bütün hayatı görebilecek bir seviyeye geldikten ve hayatın içinde bir hayli haşır neşir olduktan sonra ancak tam aradığını bulabilir. 

Bu korkunç, bu ilkel, bu vahşi doyumsuzluk, kadının sosyal bünyedeki yerini anlamamasından doğuyor. Kadın iktisaden bir hürriyete kavuşmadığı zaman, bütün hukuki hürriyetine rağmen toplum içinde esirdir. Kadınların esir olduğu bir toplumd aise cinsel ahenk kurulamaz. Bu doyumsuzluğun gösterisi önünde kadın ortaya çıkıp hayatını yaşayamaz. Kadın gönlünce bir hayat yaşayamayınca doyumsuzluk artar. Bir yandan erkekler her kadını ister, bir yandan da evlenirken dokunulmamış gül arar; ve bir yandan da kadın geçinmek için evlenmeye, evlenmek için de kendini muhafazaya mecbur kalırsa; gemiler de, trenler de, yollar da ırz mezbahasına döner.

"Kızlarını okutmayan milletler erkeklerini manevi öksüzlüğe mahkum ederler." Oysa biliyorsunuz, birçoğumuzun gizli kalmış ıstıraplarından biridir öksüzlük...


Biz özgürlükleri sadece yönetimlerin eleştirilmesi için istiyoruz, toplumsal dokumuzun hücrelerini büyüteçler altına koymak için değil, diyebilir miyiz?

Rönesanstan geçmemişlerin, geçmişleri anlama olanakları zayıftır. Birinciler ölümden sonrasının korkusuna takılıp kalmışlardır. Bu yüzden saplantılarını artımada iyice zorluk çekmekte, bu saplantıların üzerine gidenlere sinirlenmektedirler. İkinciler ise ölümü yenme peşine düşmüşlerdir. Durmadan, her türlü saplantıyı her an nadaslayan çaşütli bakış açılarının vantilatörlerini çalıştırmaktadırlar. İki ayrı dünya arasındaki ilk köprüyü kurmaya kalkışan devlet adamı yine Atatürk olmuştur. Suudi Arbistan2la İran, onca petrol gelirine karşın, Türkiye'nin vardığı düzeye bir türlü varamamışsa, bunun nedeni Türkiye rönesansına onların henüz gelememiş olmasıdır. 

Merkezi otorite ile ilgili soyut politika konularınakendimizi alabildiğine kaptırmış olmamız, birçok önemli toplumsal sorunla haşır neşir olmamızı adeta engelliyor.

Ve sopa kadınların yetiştirdiği çocuklar, bilinçaltına sinmiş bir kinin, ne zaman ortaya çıkacağı belli olmayan gaddarlığıyla katılığını taşırlar...

Mutluluğun da mutsuzluğun da temel mayası kişinin çocukluğunda karılır. Mutsuz kadınların yetiştirdiği mutsuz çocuklar ise, ne mutlu çevreler kurabilirler, ne de mutlu toplumlar...


Kendi kendimizi tanımaya özen gösterseydik, kendi kendimizi tanımayacak durumlara hiç düşer miydik bugün?

İstatistik bikini mayosuna benzer, derler; her şeyi açığa çıkarsa da, en merak edilen teri göstermez.